Bozcaada İstanbul’dan kısa süreliğine kaçmak isteyenler için mükemmel bir seçenek. Buz gibi sularıyla, Rum mahallesiyle, üzüm bağlarıyla, kalesiyle ve daha bir çok güzelliğiyle ilk defa gidenleri kendine hayran bırakan ada, bağımlılık yaratarak düzenli gelen müdavimlere de sahip.
Bozcaada yüzyıllar boyu insanların odak noktası olmuş. Troya savaşında Yunanlar tarafından üs olarak kullanılan ve Thenedos adıyla anılan ada önce Perslerin sonra Romalıların hakimiyeti altına girmiş ve Roma İmparatorluğu dağılınca da Bizans İmparatorluğu’nun sınırları içinde kalmış. Türklerin adayla ilk teması 1328 yılında olmuş ve 16. yüzyılda Bozcaada, Piri Reis’in haritalarında şimdiki ismiyle belirmiş. Yıllar boyunca birçok savaşa hem neden hem de üs olan ada bugün şarapları, lezzetli mutfağı ve tarihiyle ünlü. Bilmeniz gerekir ki, Bozcaada’daysanız eğer, konumunuzu rüzgâr yönüne göre belirlemelisiniz. Lodos ve poyraz sizin seçimlerinizde önemli olan bir etken ama bu adanın en büyük avantajı birbirinden güzel koylarının olması. Adanın koyları hem balıklara hem de teknelere doğal barınak görevi görüyor. En meşhur plajı Ayazma poyrazlı havalardaki ilk tercihler arasında ve özellikle ince taneli, altın sarısı kumlarıyla diğer plajlardan farkını gösteriyor. Her ne kadar kalabalık olsa da her daim huzur bulabileceğiniz, acıktığınızda etrafındaki restoranlar ve kafelerde adanın yerel lezzetlerini tadabileceğiniz harika bir konum. Poyrazlı günlerin diğer seçenekleri Sulubahçe Koyu, Habbele Plajı, Beylik ve Akvaryum Koyları olabilir. Habbele plajı hem sakin hem de temiz bir yer arayanlar için ideal. Beylik Koyu ise adeta saklı kalmış bir cennet. Mermer Burnu olarak da bilinen Akvaryum Koyu ise şnorkelle dalış yapmaktan hoşlananlar için denizin altında var olan gerçeküstü dünyaya açılan bir pencere niteliğinde. Lodoslu havalarda gidilebilecek plajlar ise Çayır Koyu, Tuzburnu Koyu, Poyraz Limanı, Tekirbahçe Koyu.
Eğer aklınızda adada konaklamak varsa adanın ruhuna uyarak mütevazı ama adanın ruhuyla iç içe olan bir pansiyonda konaklamak en iyisi olacaktır. Her iki evden birinin pansiyon olarak işletildiği adada bu şekilde evde gibi hissedebilir birkaç günlüğüne de olsa adalı olabilirsiniz. Bizim önerimiz Ege’nin iki adası Bozcaada ve Midilli’de doğmuş iki adalının işlettiği Otel Kaikias. Otelin işletmecileri okurken tanışan ve her ikisi de mimar olan Handan ve İsmail Beydilli. Eğitimleri bitince tekrar adaya dönüp burada hem çocuklarını hem de otellerini emek vererek büyütmüşler ve kendilerine ada kültürünü benimseyerek bir hayat kurmuşlar. Otellerinin adı Kaikias, binlerce yıllardır eserek adaya şekil veren kuzeydoğu rüzgarının bir diğer adı aslında. Bozcaada’ya gittiğinizde Beydilli ailesiyle hem adadan konuşabilir hem de rahat bir konaklama sağlayabilirsiniz.
Ada yürüyerek gezmek için ideal. Muhtemelen on dakika içerisinde şehri bitirebilirsiniz ki buranın başka bir özelliği Türkiye’nin şehir merkezi dışında yerleşimi -köyü- olmayan tek yerleşkesi olması. Ancak burada amaç gezip bitirmek değil tarihi içinize işlemek olmalı. Rum mahallesinde sokak aralarında gezerken çiçeklerle donatılmış her ev kendine aşık eden türden. Özellikle kapı eşiklerinde oturan yaşlı teyzelerin hoş sohbetleri komşuluk hissini yeniden tatmak için zamanda yolculuk gibi. Bozcaada her ne kadar kimin tarafından inşa edildiği bilinmese de Osmanlı zamanında orijinal kalıntıları temel alınarak yeniden kurulan Bozcaada Kalesi’ne sahip. Kale iki yüz elli metrelik bir hendek ile adadan ayrılmış ve mutlaka adaya gittiğinizde ziyaret etmeniz gereken yerlerden. Adada akşam saatleri de bir hayli güzel. Güneşi yatınızın güvertesinde batırabileceğiniz gibi rüzgar santrallerine giderek de eşsiz görüntüsüne şahit olabilirsiniz. Rüzgar burada o kadar kuvvetli ki Ege Denizi’nin en büyük ikinci adasının rüzgar santralleri kendi ihtiyacının otuz kat fazlası elektrik üretiyor ve yer altından ana karaya destek oluyor. Güneşi batırdıktan sonra ise gün elbette devam ediyor ve sokaklar masalarla donatılıyor. Ege’nin bu güzide adası yaz akşamlarının en güzel hatıralarına eşlik ediyor. Birbirinden leziz balıklar, deniz börülcesi, kabak çiçeği dolması ve adaya özgü lezzetleri tadabilirsiniz. Damakları şenlendiren masalar unutulmaz sohbetlerin de adresi olabilir. Adanın bir başka lezzeti; damla sakızı. Bir de sakızlı muhallebisi var tabii. Bu muhallebi adanın merkezi, gölgeliği ve dinlenme noktası olan Çınaraltı’nda yenir. Yenirken de yanına bir çay söylenir ve gelip geçenlere bakıp adanın akışına tanıklık edilir. Damla sakızı tabii ki sadece kurabiyede, muhallebide kullanılmıyor. Türk kahvesiyle de damaklarda iz bırakıyor. İsterseniz sabah kahvaltıdan, öğle ya da akşam yemeğinden sonra için ama adaya geldiyseniz mutlaka yanında gelincik şerbetiyle tadın. Gelincik şerbeti, adanın yerlileri tarafından Mart ayında adeta tarlalara konuşlanıp hummalı bir şekilde toplanan yabani çiçeklerdir. Adanın bu meşhur gelincik şerbeti kahvenin yanına likör bardağında servis edilir. Zahmeti bol, içimi çok zevkli olan bu nefis şurubu kokteyllerde de kullanabilirsiniz. Gün içerinde sokaklarda gezerken nedense her yolun ulaştığı lokasyon ise Çiçek Fırın. Burada ada ile özdeşleşmiş bir tat olan damla sakızlı ve bademli kurabiyeleri bulmak mümkün. Bu meşhur lezzet hem çayınıza eşlik edebilir hem de valizinizde sevdiklerinize biraz ada esintisi götürmenizi sağlayabilir. Bağlarıyla göz dolduran Bozcaada aynı zamanda şarap demektir. Adada yetişen üzümlerle yapılan Karalahana ve Kuntra kırmızı ile Vasilaki ve Çavuş olarak beyaz şarapları listesinin en başında olmalı. Karalahana üzümü özel, sık ve koyu siyah taneli Bozcada’ya özgü bir üzüm. Boğazkere üzümünün Batı’daki kuzeni olarak geçiyor. Eğer şaraba karşı ilginiz varsa adayı eylül aylarında ziyaret etmeniz en iyisi. Böylece olgunlaşan üzümleri ellerinizle toplayabilirsiniz.
Comments are closed