Her ne kadar sahibinin amacı çevreye olumsuz bir etki bırakmamak olsa da, 107 metre uzunluğundaki yelkenli, her alanda büyük iz bırakmayı başarıyor.
Rüzgar, geçişlerde 30 knot hıza kadar ulaşarak 3.5 metreyi aşan dalgaların oluşmasına neden oluyordu. Kaptan Chris Gartner, yolculuğun büyük bölümünde kaptan köşkündeki iki büyük dümenden birinin başındaydı. “Harikaydı” diye söze giren Gartner, bu gezinin, zaman zaman herkesin tezahürat ettiği, hayatlarının en güzel anlarını geçirdikleri bir gezi olduğunu belirtiyor. “Tekneyi sanki 10 metre uzunluğundaki bir yelkenliymiş gibi kullanıyordum. Yelkenlerin hepsini açıp 20 knot hıza ulaştığımızda yaşadığımız deneyim müthişti.” Gartner, tekne sahibinin temsilcisi Derek Munro ile de seyahatin bir noktasında birbirlerine bakıp, tek kelime etmeden içlerinden “Bu tekne inanılmaz” diye geçirdiklerini belirtiyor.
Black Pearl’ün güzergahını takip eden Portekiz liman görevlileri de aynı şeyi düşünmüşler. VHF’den “Black Pearl, Black Pearl. Yelkenli olduğunuzu onaylar mısınız?” anonsu duyuldu. Kaptan “Evet, yelkenliyiz” diye karşılık verdi.
Kısa bir sessizlikten sonra “Black Pearl, Black Pearl motorlarınızın çalışır durumda olmadığını onaylar mısınız?” anonsu yapıldı.
“Burası Black Pearl. Evet, motorlarımız kapalı” cevabı verildi. Yine bir sessizlik ve ardından “Black Pearl, Black Pearl 20 knot hızla mı ilerliyorsunuz?” sorusu geldi.
Hız, kaptan tarafından onaylandıktan sonra görevliler etkilenmiş olacak ki yeni bir sessizlik yaşandı. Bu hızın sadece bir başlangıç olduğunu belirten Munro, “Doğru günde, ideal şartlarda çok daha yüksek hızlara çıkabiliriz. Güçlü bir rüzgarın da yardımıyla dalgaların üzerinden sörf yapıp ilerlerken 28-30 knot hıza ulaşabiliriz. Bu inanılmaz bir şey olur.” diyerek Black Pearl’ün potansiyeli hakkındaki beklentisini açıkladı.
Bu, sadece Oceanco tarafından üretilen 106.7 metre uzunluğundaki Black Pearl’ün performansıyla ilgili olsaydı, yeterli olabilirdi. Ancak bundan çok daha fazlası söz konusu. Çünkü o, dünyanın en büyük yelkenlisi olmakla kalmayıp aynı zamanda en gelişmiş süperyat.
Akdeniz’e geçişte yatın açısı ayarlanabilen pervaneleri boşa alındı. Bu, hızdan çok az çalsa da bağlı oldukları şaflar ve onların harekete geçirdiği jeneratörler gerekli olan enerjinin oluşmasını sağladı. Açığa çıkan enerji, otel kapasitesindeki Black Pearl’ün anlık ihtiyacını karşılamakla kalmayıp akülerini bile dolduracak kadar çoktu. Gerçekten sıfır emisyonla tamamlanan bir yolculuk olmuştu. Bu, Black Pearl büyüklüğünde ve özelliklerinde bir tekne için duyulmamış bir şeydi.
Gartner “Yaklaşık 18-20 knot hızla ilerlerken ve motorlarla jeneratörler kapalıyken elde edilen güç herkesi etkilemişti. İnanmakta güçlük çekiyorduk. Derek, elde edilen güç miktarına bakıp ‘Şu anda bütün enerjimizi karşılayacak kadar güç elde ediyoruz. Üstelik hiç fosil yakıt kullanmadan’ dedi ve ekledi “Bu herkes için önemli bir andı.”
Çevreye en ufak bir zarar vermeyen bir tekne üretme fikri, sahibinin projesiydi. Kendisine kulak verelim: “Sınırlı kaynakları olan bir dünyada yaşıyoruz. Buna rağmen bunları tüketmek zorunda olan fakat aynı zamanda bunu gerçekleştirirken de içinde yaşamak zorunda olduğumuz bu alana saygı duymayan bir toplum yarattık. Black Pearl birçok yönden dünyada sınırlı sayıda olan kaynakları tüketmek zorunda olmadığımızı, değişebileceğimizi ve yaşadığımız ortamda oluşturduğumuz olumsuz etkileri sınırlayabileceğimizi gösterebilmek açısından örnek oluşturuyor.”
Ana hedef, hareket halindeyken olduğu gibi hareketsizken de kendi enerjisini üretebilen bir yat üretmek. Üretim aşamasında farklı spekülasyonlar yapıldı. Yüksek güneş enerjisi kapasitesine sahip olacağı söylendi. Hatta yelkenlerinin güneş enerjisini emebilen panellerden oluşacağı bile dile getirildi. Fakat hiçbiri gerçek olmadı çünkü teknoloji henüz tekne sahibinin istediği düzeyde değildi. Munro, tekne sahibinin istediği güneş panellerini bulmak için çok çabaladığını, ancak onun kriterlerini karşılayabilen seçenekler olmadığı için eli boş döndüğünü açıklıyor. Diğer bir nedense bu alanda gelişimin büyük bir hızla ilerlediği ve en son teknolojiye sahip olabilmek için kısa bir süreye daha ihtiyaç duyulmasıydı. Tekne mürettebatı da sahibinin bu azminden etkilenmişt. Bu noktada sözü başmühendis Richard Tatlow’a bırakmak lazım: “Bazılarımız diğer sistemlere ek olarak teknedeki bütün düz alanların güneş panelleriyle kaplanması gerektiğini düşünüyordu. Böylece demirlediğimizde yeterince güneş olduğu zamanlarda gerekli olan anlık enerjiyi elde etmek ve aküleri doldurmak için panellerden istifade edilecekti.” Jeneratörleri çalıştırmak gerektiğindeyse oluşan egzoz gazları, Hug Mühendislik tarafından üretilen seramik filtreler yardımıyla emilip havaya zararlı partikül çıkmayacaktı. Güç kontrol sistemi, jeneratörlerin işleyişinden sorumlu olup o an teknede kullanılan güç kaynaklarını beslemek için gerekli olan enerjiyi karşılamalarını ve aküleri şarj veya deşarj etmelerini sağlıyor.
HVAC sistemi, günümüze kadar bir teknede kullanılan en gelişmiş olanlardan biri. Özel yazılımı sayesinde mümkün olan her yerden enerji tasarrufu yapmak üzere programlanmış. Örneğin kullanılmayan alanlardaki klimaları kapatması gibi. Munro,“Sadece mürettebat teknede olduğunda tek bir düğme yardımıyla klima sistemini tamamen kapatabiliyor ya da çamaşır makinesine veya buzdolaplarına elektrik gitmesini engelleyerek tasarruf yapabiliyoruz. Tekne sahibi geldiğindeyse yeniden bütün sistemleri devreye sokabiliyoruz” diye açıklıyor. Maksimum oranda enerji tasarrufu sağlamak için iç mekanın havası yeniden sirküle ediliyor. Bu işlem esnasında hava bakterilerden, kokudan, dumandan ve virüslerden arındırılmak için UV ışınlarına tabi tutuluyor. Farklı sistemlerin çalışmasından dolayı açığa çıkan sıcaklık ise atık sıcaklık geri kazanım uygulaması sayesinde istenilen alanların, havuzun ve duşlara giden suyun ısıtılması için kullanılıyor. Aynı zamanda hibrit güç kaynağını da geliştiren BMT Nigel Gee şirketinden James Roy, sistemin ne kadar başarılı olduğunu, “Bildiğimiz kadarıyla başka hiçbir süperyat, atık sıcaklık geri kazanım teknolojisini Black Pearl gibi limitlerine dek zorlamadı” diye açıklıyor.
Zorlu kış koşullarında yolculuk ederken HVAC’ın gereksinim duyduğu enerjiyi azaltabilmek için izolasyona çok önem verildi. Camlarda bile ikili, hatta üçlü paneller tercih edildi. Örneğim, siyah ve gri kategorisindeki atık sular filtreleme işleminden geçirildikten sonra katı atıklar karaya ulaşıldığında yakıt olarak kullanılabilecek hale dönüştürülüyor. Sıvı olanlarsa denize geri bırakılıyor. Ancak bütün bu alanlarda en büyük enerji tasarrufu rüzgar sayesinde elde ediliyor. “Rüzgar bedava ve temiz” diyen tekne sahibi, 21. yüzyılın teknolojisini ve malzemelerini yelkenli dünyasına kazandıran DynaRig sisteminin, modern tekneleri hatta Black Pearl kadar büyük olanların bile bu bedava güç kaynağından istifade etmelerini sağladığını belirtiyor.
DynaRig sisteminin kullanıldığı ilk süperyat olan 88 metre uzunluğundaki Maltese Falcon, ister istemez bir mukayese yapılmasına neden oluyor. Her iki teknenin tasarımcısı Ken Freiiokh ve Dykstra Naval Architects olarak kayda geçse de, benzerlikler bu noktada son buluyor. DynaRig sisteminin kullanılmasına karar verildiğinde, Maltese Falcon’un alt gövdesi zaten oluşturulmuştu. Black Pearl’deyse ilk andan itibaren kullanılacağı kesin olduğu için safan olduğunu söylemek mümkün. Öncesinde Falcon’da görev almış olan Kaptan Gartner, Black Pearl’ün daha kontrollü olduğunu ie 12 yıl aradan sonra fark yaratan bütün değişiklikleri daha iyi anladıklarını belirtiyor. Bunların belki de en önemlisi yelken sarma mekanizmalarının hidrolik yerine elektrikli olması. Bu sayede manevralar çok daha kısa sürede tamamlanıyor. Gartner, eklenen ve geliştirilen bütün sistemler sayesinde Black Pearl’ün daha kolay kontrol edildiğini ve manevra kabiliyetinin çok daha iyi olduğunun altını çiziyor.
“Teknenin 2.877 m2 büyüklüğündeki yelkenleri bir düğme yardımıyla yedi dakikada açılabiliyor” diyen ekip şefi AJ Sutherland, farklı yelkenlilerin görevlileriyle konuştuklarını ve yelkenleri açma işleminin oldukça zor olmasından dolayı denize yeterince açılamadıklarından şikayetçi olduklarını söylüyor. Ayrıca Sutherland, “Bizim içinse bütün işlem, rüzgarın yönünü belirlemek ve birkaç düğmeye dokunmaktan ibaret” diye ekliyor. Karbon malzemeden üretilen 68.5 metre yüksekliğindeki ana direk, sensörlerle donatıldığı için, elde edilen veriler ışığında ne kadar baskı oluştuğunu algılayıp açının gereken limitlerde ayarlanmasını sağlıyor. Böylece gereğinden fazla zorlanmayıp güvenliği tehlikeye atacak olayların önüne geçilmiş oluyor.
Bütün bu teknolojik üstünlükler, tekne sahibinin de yakından ilgilendiği yarış koşullarında da avantaj sağlayacak. “Kaptanım ve ben, dünyada gerçekleştirilen en prestjli yarışları araştırıp kendimizi buna göre programlamak istiyoruz” diyen tekne sahibi,Black Pearl’ün sert denizlerle başa çıkma yeteneğine sahip olmakla kalmayıp aynı zamanda bu büyüklükteki gemilerin ulaşmayı hayal bile edemedikleri hızlara çıkabildiklerini hatırlatyor. Son olarak yeteneklerini sergilediğimizde insanların yüzlerinde oluşacak ifadeyi görmeyi çok istediğini de ekliyor. Kaptan Gartner ise “Hepimiz St Barths’a gidip herkesi geride bırakmayı hedefliyoruz. M5, Maltese Falcon gibi güçlü rakiplerden bahsediyorum. Onları geçmekle kalmayıp etraflarında tur atacağız. Eğlenceyi kaçırmak istemiyorsanız, şimdiden biletlerinizi ayırtın,” diyerek aklındakileri daha direkt bir şekilde ifade ediyor.
Denize ilk açıldığı andan itibaren tamamladığı 5.6 mil boyunca Akdeniz’den Kıbrıs’a ve yeniden şu anda son dokunuşların gerçekleştirildiği İspanya-Tarragona’ya varıldı. Gittikleri her yerde bütün gözlerin üzerlerinde olduğunu söyleyen Gartner, insanların, teknelerin, jet ski’lerin ve drone’ların etraflarını sardığını belirtiyor: “Hollanda’dayken etrafımızdaki her şey çok büyük olduğu için o kadar göze çarpmıyorduk, ancak teknelerin daha normal ölçülerde olduğu Akdeniz’e ulaştığımızda insanlar gerçek boyutlarımızın farkına varıyor. Şu anda sizinle konuşurken bile yaklaşık 10 kişi teknenin resmini çekiyor.” Şimdilik insanların göremediği tek şey teknenin içi. Tamamlanması biraz daha zaman alacak. İç tasarım ve geriye kalan detaylar, dünyanın en iyilerinden olan Ken Freiiokh Design, Nuiolari Lenard, Dykstra Naial Architects ie Gerard Villate tarafndan gerçekleştirildi. Bütün bu yetenekli insanları Oceanco tarafından üretilen bir gövdede toplayıp tekne sahibinin vizyonunu da eklediğinizde, ortaya Black Pearl gibi çok özel bir yat çıkıyor.
Comments are closed