Jaguar F-PACE’i beğendiniz mi? Nasıl buldunuz?
Aracı yaklaşık bir haftadır deniyorum. Uzun yıllardır SUV kullanan bir sürücü olarak araçtan çok etkilendiğimi söyleyebilirim. İçine girdiğiniz anda lüksü ve konforu hissediyorsunuz. Üst düzey bir otomobilin içinde olduğunuzu size hemen fark ettiriyor. Jaguar F-PACE bu zamana kadar tecrübe ettiğim araçların içer isinde yol tutuş performansı en iyilerden biriydi. Sürücü asistanı özellikleri ve tüm fonksiyonların kolayca erişilebilip kullanıcıya göre kişiselleştirilebiliyor olması da bence çok önemli. Özellikle gösterge paneli ve araç içi
ışıklandırma gerçekten müthiş.
Sizin için otomobil ve tekne arasında bir seçimyapmak mümkün mü? İkisinde aradığınız özellikler nelerdir?
İkisinin de bendeki yeri çok farklı. Otomobil benim için bir ihtiyaç olmaktan öteye maalesef gidemedi. Her zaman içinde bulunduğum şartlara göre araç seçmek durumunda kaldım. Günün büyük bir bölümünde otomobil kullanıyorum. İstanbul trafiği de malum. Konfor ve güvenlik aradığım özellikler arasında daha çok öne çıkıyor. Otomobilsiz bir hayat maalesef şu günlerde düşünemiyorum. Tekne ise farklı bir dünya. İçinde yaşadığınız bir mekan. Belki tatilinizi belki de boş zamanlarınızı geçirmeyi planladığınız, huzur arayışı içinde olduğunuz dakikaları yaşadığınız özel bir alan. Kıyaslama yapmam imkansız ama her ikisi için de vaz geçemeyeceğim tek kriter geniş ve ferah olması. Yani içinde geçirdiğiniz sürede size yeterli alanı sunabilmesi…
Sizin için deniz ne ifade ediyor?
3 yaşımdan beri denizle iç içeyim. Özgürlüğün ve ihtişamın tanımını sorsanız tek kelimeyle vereceğim cevap “deniz” olurdu.
Tekneniz var mı?
Uzun bir süredir yok. Hayatta aldığım sorumluluklar artmaya başlayınca gördüm ki tekneye ayıracak zamanım maalesef kalmıyor. Tekrar tekne sahibi olmak için belirli bir planım var.
Daha önce tekneniz olduğunu söylediniz. Peki denize açıldığınızda olmazsa olmaz aksesuarınız (saatiniz) neydi? Yanıma almadan çıkmam dediğiniz bir eşyanız var mı?
Mekanik saat dünyasında kendimi koleksiyoner gibi hissetmemi sağlayan marka Panerai’dir. Bugün tekrar açılacak olsam “Bronzo” lakaplı, PAM507 referanslı saatim muhakkak yanımda olurdu.
Yelkenli mi, motoryat mı kullanmak isterdiniz?
Aslında ikisini de diyebilirim. Yelken yapmanın tadı bir başka. Doğanın gücünü kullanmak, onu enerjiye çevirebilmek müthiş bir duygu. Ben aynı zamanda rüzgar sörfü de yapıyorum. Yelkenlerin rüzgarla dolduğu andaki görüntüsü benim için çok şey ifade ediyor. Diğer taraftan motor yatın konforu ve kolaylığı da zaman zaman ihtiyaç duyduğum bir şey.
Peki saat koleksiyonerliğine nasıl başladınız?
Ben saat koleksiyoneri olma yolundayım. Bunun içinse belirli bir şey beni tetikledi diyemem, bir anda kendimi işin içinde buldum. Bu nedenle, ne zaman başladığımı söylemek zor ama çocukluğumdan beri birçok erkek gibi benim de bu konuya ilgim vardı ve git gide çoğaldı. Şimdi ise iyice işin içindeyim. Koleksiyonerim diyemem ama saatlere oldukça ilgim var.
Türkiye’de herkesin bir asker saati vardır. Sizin de bir asker saatiniz var mı?
Sünnet saatim var. İlk hikaye de öyle başladı zaten. Amcam biz dijital saat nedir bilmezken bana dijital bir saat almıştı ve o andan itibaren ilgim iyice artmaya başladı. Asker saatim de var tabii ki, Casio F-91’di yanlış
hatırlamıyorsam.
Koleksiyonerlik Türkiye’de çok bilinen bir şey değil. Eşyaları saklamayı çok sevmiyoruz ama bu kültür git gide artıyor. Siz nasıl başladınız, saat sizin için neler ifade ediyor?
Koleksiyonerliği tanımlamak çok zor. İki önemli parametre var. Birincisi koleksiyonu yapılan obje, ikincisi koleksiyonu yapan kişi. Örneğin bazı koleksiyonerler bir üründen elli tane alıyor ve bunun koleksiyoneri olduğunu söylüyor. Fakat ürünlere baktığınız zaman çok da önemli özellikler taşıyan ürünler değil ancak kişi koleksiyoner olduğunu iddia ediyor. Bir de ürüne yönelik bir koleksiyonerlik var ki ben biraz daha o yönde gidiyorum. Aslında gerçek koleksiyonerlik daha çok ürüne dayalı diye düşünüyorum.
Sizi çeken saatler hangileri?
Beni bir saatin çekmesi için arkasında bir yaşanmışlık, bir hikaye olmalı. Bir saati kutusundan çıkarttığım zaman arkasında mutlaka anlatacak bir yaşanmışlık hissetmeliyim. Saat hakkında konuşmak istiyorum çünkü
bana çok şey ifade ediyor. Çok büyük miktarlarda saate sahip olan kişilerden saat seçerken ciddi şekilde zorlanmaya başladım çünkü bakıyorum arkasında bir hikaye yok. Benim için bir şey ifade etmiyor.
Sizin için özel olan bir saat var mı?
Özel olarak sevdiğim bir konsept yok ama Rolex’in GMT Master 2 modeli benim için biraz daha özel. Geçiş döneminde yapılmış bir saat. Tam o sene bu modelin hem kalibresi hem de kasası değişiyor ancak ellerinde kasa bitince, sadece kalibre kalıyor. Hal böyle olunca saati yeni kalibre ve eski kasadan yapıyorlar. Bu çok büyük bir detay değil ama hikaye benim saate karşı ilgimi arttırdı.
Koleksiyonerim demek kolay mı?
Aslında çok kolay. Üç tane saati olan birisi dahi koleksiyonerim diyebilir ama bunu karşısındaki insan kabul eder mi o önemli. Koleksiyoner olmak aslında kişisel ego baktığınızda. Kendini mutlu edebildiğin, kendini içinde iyi hissedebildiğin bir iş. Mesela insanlar soruyor: bu kadar saati nerede saklıyorsun, ne yapıyorsun gibi… Ben vakit buldukça, adeta bir terapi gibi saatlerimi temizliyorum, kuruyorum, onların fotoğraflarını çekiyorum, sosyal medyamda paylaşıyorum. Demek istediğim bu tamamen kişisel tatminle alakalı diye düşünüyorum.
Ucuz bir saat koleksiyon parçası olabilir mi, yoksa koleksiyon parçaları her zaman pahalı mı olmalıdır?
Aslına bakarsanız bu konuyla ilgili benim arkadaş ortamımda da verdiğim bir örnek var. Koleksiyonerlik sadece ürünle olmuyor. Bu bir kültür ve bu kültürün içinde kendine yer bulabiliyorsan gerçekten keyifli bir hal alıyor. Örneğim de şu: Yüzme bilmeden dünyanın en iyi, en pahalı mayosuyla denize girersen, ya sığ bir yerde dolaşırsın ya da açıldığın zaman boğulursun. Bu demek oluyor ki en önemli, en pahalı şeyi alarak ve koluna takarak ya da daha genel konuşursak en pahalı tekneyi, otomobili alarak olmuyor. Bunu kullanabilmek, bu ortamın içinde olabilmek, dostlarınla arkadaşlarınla paylaşabilmek önemli olan. Her üründe değişmeyen kuralın bu olduğunu düşünüyorum: fiyattan ziyade ondan zevk alabilmek.
Saat kültürü Türkiye’de nasıl? Sadece fiyata göre mi değer biçiliyor?
Türkiye’de saat kültürü, saat pili gibi bir olguyla bozuluyor. Saat pili diye bir terim var. Saat pili diye bir şey yok açıkçası. Küçük bir pil var ve bu pil saatte de kullanılıyor. Aslında saat mekanik bir şey. Bu mekanik saatler kullanıcısının enerjisini ve hareketlerini kullanarak kendi gücünü üreten küçük bir cihaz. Saat, kullanıcısı ile beraber yaşıyor. Sen hareket edersen o da hareket ediyor, sen nefes aldığın sürece o da çalışmaya devam ediyor. Bu kültürü biz Türkiye’de daha ileriye taşıyabilmek için horobox.com’u kurduk. Çok da iyi oldu. Birçok saat meraklısıyla etkileşimde ve iletişim halindeyiz. Biz bir şeyler öğretmeye, bilgi vermeye çalışıyoruz. Saat kültürü bence gerçekten çok önemli. Erkeğin en dikkat çeken aksesuarlarından biri. Çok güzel bir daireniz olabilir ama yanınızda taşıyamazsınız ancak bileğinizdeki saat sizinle her yere geliyor.
Favori saatiniz hangisi?
Bu çok zor bir soru, ama Audemars Piguet’in Royal Oak serisinden 15 202 referanslı Jumbo dediğimiz saat diyebilirim. Kırk yıl önce yapılmış ve Audemars Piguet’yi batmaktan kurtarmış adeta. Tam kırk sene sonra 1972’den 2012’ye, bundan beş sene önce saatin birebir aynısını yapmışlar ve bende onu alabilen şanslı kişilerden biriydim. Benim bir numaram muhtemelen odur.
Comments are closed