30 yıldır her sene İtalya’da düzenlenen ve bir çok ülkeden katılımcısı olan klasik otomobil yarışı Milli Miglia 18-21 Mayıs arasında gerçekleşti. Dört bacaktan oluşan yarışta katılımcılar Brescia’dan yola çıktılar Roma’ya ulaşıp tekrar başlangıç noktasına geri döndüler. 2017 yılının kazananı ise O.M. 665 S marka araçlarıyla İtalyan yarışmacılar A. Riboldi ve P. Sabbadini oldu.
Geçtiğimiz sene Milli Miglia katılan ve yarışta Türk bayrağını taşıyan ikinci pilot olan Yayın Yönetmenimiz Volkan Demirkuşak bize deneyimini anlattı.
Daha önce okuduklarınıza benzemeyen bir hikâye olabilir. “Zenginler lüks otomobilleriyle caddelerde boy gösterdi. Klasik otomobil tutkunları piknikte buluştu ya da efsaneler Çeşme’deydi” gibi başlıklar hikâyemizle yakından uzaktan benzerlik göstermiyor. Bizimki daha çok zamana karşı bir mücadele ve mücadelenin en büyük aktörleri de çılgın İtalyanlar. Tamam İtalyanların bize benzediğini, gürültücü olduklarını biliyoruz fakat bizde hiç olmayan bir gene sahipler ve bu gen dededen toruna geçiyor. Torun da dede olduğunda bu mirası kucağındakine aktarıyor. Düşünün, İstanbul’dan Bodrum’a bir yoldasınız ve her dakika elinde Mille Miglia veya İtalya bayrağı olan izleyicilerin çığlıklarına, el sallamalarına, bağırışlarına şahit oluyorsunuz, “ben nereye geldim böyle” diyorsunuz.
Dört günlük yarış için bir günü antrenman toplam altı gün İtalya’da kalma fikri başta aklımı kemirse de ruhen rahatlamıştım. Milano üzerinden yarışın başlayacağı Brescia’ya doğru giderken de “ne var canım klasik otomobil kullanacaksın keyfini çıkart” diye kendimi çoktan motive etmiştim. Tamamım. Tabii bir de dört gün boyunca yarışacağım ve neredeyse unvanından tedirgin olduğum BMW’nin İthalatçı Pazarlardan Sorumlu Kıdemli Başkan Yardımcısı Bernhard Kuhnt ile tanışacaktım. Kendisi 76 ülkeden sorumlu, bendenizse İtalya’da kahve içer makarna yerim kafasındaydım…
Yarıştan bir gün önce BMW Klasik Takımı uzmanlarının brifing çağrısıyla girdiğim odada elimde kahvemle Almanların hararetli sohbetlerine daldım, özgüvenim tavandı. Taaa ki o sakin Alman teknisyenin elime tutuşturduğu dört adet 100’er sayfalık yol notu ve kocaman bir mekatronik kronometden sonra kahvemi adeta hüplettim. En ciddi yüzümü takınıp, co-pilotken yapmamız gerekenleri dinledim, bu yaklaşık üç saat sürdü. Üstüne bir de yolda hız limiti, time trial, başlangıç süresi ve finiş gibi dikkat etmemiz gerekenleri öğrendikten sonra, önce bende ardından Bay Kuhnt’ta bilgisayarlarda olan mavi ekran çıktı. Yani devreler biraz yandı. O anda sevindim, bu yarışa altı kez katılan Bernhard bile bir mola isteyince kendimi tek sorun sende değil diye avuttum. Bu arada size hava atıyorum diye Bernhard yazıyorum diye düşünmeyin dört gün boyunca sabah 07’den akşam 22:00’ye kadar, iki omuz genişliğindeki otomobilde o kadar çok şey konuşuluyor ki, arada unvan kalmıyor. Volkan ve Bernhard olarak ilk tanışmamızın ardından otomobil ve futbol üzerine o kadar çok sohbet ediyoruz ki, hâlâ arada whatsapp’tan maçlarla ilgili yorum yapıyoruz. 1927 yılından bu yana yapılan ve İtalya’da F1’den bile ünlü olan bu yarışta Türk bayrağını taşıyan ikinci pilot olmanın gururuyla güne 5:30’da başlıyor ve Brescia’dan start almak için 450 otomobille birlikte yarışın başlama noktasına geliyoruz.
Kullandığımız 1939 model 80 HP gücündeki 2.0 litrelik benzinli 328’imizin emsal değeri 1 milyon Euro civarında ki, bu da benim kullandığım en pahalı otomobil olduğu anlamına geliyor. O yüzden biraz tedirginim. İkimizin da sırayla kullanacağı yarışta ilk önce co-pilot koltuğundayım. Yarışın mantığı, geçmek üzerine kurulmamış. Sistem, sürenin doğru hesaplanması ve hız ortalamalarına dayalı. Yani Brescia’dan Rimini’ye olan ilk günde dört etaptan yaklaşık 16 saatlik bir sürüşümüz var. Ne, 16 saat mi? Hani uzun yolda 4-6 saat sürüşün ardından dinlenmek gerekirdi? Dört gün boyunca geçmemiz gereken ve kazananı milisaniyelerin belirlediği 76 time trial var. Yani 100 metreyi 18 saniyede, 800 metreyi bir küsür dakikada geçmek gibi. Her şey Alman disiplininde olmalı. Çizgiler arasında 2.0 sn erken ya da geç kalmak ceza puanı almanıza neden oluyor. Yarışın bir diğer önemli unsuru elimizde bulunan yarış kartına damga basılacak olan bir sonraki şehre geliş saatimiz. Yani İstanbul’dan Bursa’ya 2 saat 25 dakikada gitmeniz gerekiyorsa, beş dakika geç kalırsanız yarışta hiç şansınız kalmıyor. Erken gelmenin cezası var o nedenle finiş noktasındaki zaman alanından önce bir bekleme sırası oluşuyor. Neyse ki bu zenginler kibar ve sıraya göre yol veriyorlar. Zenginler derken bu yarışa girmenin bedelinin 15 bin Euro civarı olduğunu öğrendiğimde gözlerimin faltaşı gibi açıldığını da söyleyeyim. İngiltere’den klasik otomobil kiralayan bir şirketten takım desteği alırsanız bu rakamlar 50-100 bin Pound’a kadar çıkabiliyor. Neyse ki benim arkamda BMW Klasik takımı var ve bir X5’i sürekli aynamdan seçiyorum. Yan ayna yok, ortadaki ayna da neredeyse kokpitte. Tabii size ilk günün en önemli detayını aktarmadan geçemiyorum. Güne yağmurla başlıyoruz, şanslıyız ki yumuşak tavanımız var ve ben tecrübesiz pilot tabii ki üstümüzü kapatmayı istiyorum. Tecrübeli Bay Kuhnt “Volkan bu yarışın tadı böyle çıkar üstümüz açık kalsın” diyor. Dilimi ısırıyorum susuyorum ve beni 10 saat İtalya’nın köylerinin yağmurlarında yıkıyorlar. Akşam 23:00’te otele geldiğimde kot pantolonumdan gelen çürük kokularına dayanımıyorum. Artık Dakar olsa yarışırım… Tabii otomobil gün boyu yağmur altında fakat eski toprakta sorun yok, olan yol notlarıma ve süre tutan makineme oluyor ve yağmurda bozuluyor biz de ilk günü time trial’lardan puan alamadan tamamlıyoruz. Günde ortalama geçtiğimiz beş ana şehirden “geçer” damgamızı alırken İtalyan çocuklar ellerimize “çak” yapmak için yollara atlıyor, dedeler el sallıyor, babalar kucaklarında çocuklarla fotoğraf çektirmeye geliyor, anneler bayraklarıyla “Turko” diye bağırıyor. Kendimi bir anda reklamdaki Arda Turan gibi hissediyorum. Bir şehirde pit-stop adı altında öpme ve sarılma seansını da geçiyorum. Akıl almaz bir deneyim. Arada dinleniyor musunuz diye soranlara da altı günde 3.5 kg kaybettiğimi ve tüm öğle yemeklerini süre kaygısından ötürü 5-10 dakikada tamamladığımızı aktarayım. Yine merak edenler açısından 900’e yakın pilotun tuvalet ihtiyaçları için benzinlik aramadığını ve bizim de buna uyduğumuzu ilave edeyim. Hayat zor ve Mille Miglia bir tane. Yarışın 2-3 ve 4’üncü günleri de sabah 7 akşam 10 arasında mesai ile geçiyor. Günler birbirini kovalıyor biz Roma’da Vatikan yollarında başbakan gibi halkı selamlama devam ediyoruz. Bu nasıl ilgi? İşin güzel tarafı 80 yaşındaki bir otomobilin süspansiyon konforu bir hayli iyi. Yani günde 400-500 km yol yapıp hâlâ açlık dışında sıkıntı çekmiyorsak, Alman mühendislere bir kere daha teşekkür etmek şart. Bin mil yarışı yani İtalyanca Mille Miglia bir otomobil tutkununun yaşaması gereken, klasik otomobil turlarıyla bunu ayırması gereken emsalsiz bir yarış, gelenek, tutku. Teşekkürler Bernhard ve bir sonraki yarışta görüşmek üzere…
Comments are closed