Son dönemde ismi hep Rosetti Superyachts ile anılıyor. Ama aslında o, Floransa’nın tarih ve kültürünü alıyor, elinde yoğuruyor ve dünyaya yat olarak sunuyor. Tommaso Spadolini, ne kadar kaçsa da yakalandığı denizcilik kültürünü Esra Makara’ya anlatıyor.
La Vita è Belle, Manzaralı Oda ve dahası… Aklımdan Floransa’da çekilen filmler sırayla geçerken, trenden iniyorum. Hızlı adımlarla ve biraz da kendimizi şehirdeki hareketliliğin akışına bırakarak Santa Marina Novella, Duomo ve Ponte Vecchio’yu selamlayarak ilerliyoruz. Rönesansın başladığı bu şehir ne büyüleyici, diye geçiriyorum içimden. Akşamüstü Michelangelo Tepesi’ne çıkacağım! Dünyanın belki de en güzel ve en keyifli gün batımlarından biri orada yaşanıyor. Ama öncesinde önemli bir buluşmam var. Benimle görüşmek için çok önemli bir toplantıdan kalkıp Floransa’daki ofisine gelen ünlü tasarımcı Tommaso Spadolini beni bekliyor.
Spadolini’nin çağdaş ve klasiği harmanladığı ofisine dair söylentileri duymuştum fakat gittiğimde eski bir kiliseyle karşılaşacağımı beklemiyordum açıkçası. Ofisinin dev kapısından içeri girerken yüksek tavanlara gözüm çarpıyor, sonra güler yüzüyle Tommaso Spadolini çıkageliyor. “Heyecandan ellerim titriyor” diyor parmaklarını göstererek. “Roberto Cavalli’nin yatını birkaç saat önce suya indirdik, oradan geliyorum. Bu heyecanın geçmesi için kaç yıl daha beklemek gerekecek?” diye soruyor. Gülümsüyorum, çünkü Spadolini bu yıl tam 40. yıl dönümünü kutluyor. İşini ilk günkü heyecanıyla yapabiliyor olmasına bir kez daha hayranlık duyuyorum.
Motoryat tasarımında 40 yılı geride bırakan Spadolini, çalışmalarıyla “zamansız klasik” tanımını hak edenlerden biri… Sanlorenzo Yachts’ın ilk çizimlerinden tutun da, 70 metrelik Rossinavi’ye, Baglietto imzalı yatlardan Türk tersane Sirena Yachts’ın yeni serisine kadar farklı boy aralıklarında motoryat onun imzasını taşıyor. Ben aklımdan bunları geçirirken, Spadolini de sıralıyor: “Cantieri di Pisa, Barberis, Alalunga, Aprea, Otam, Serigi, Wally ve Aprea da var. Hatta şimdilerde Rosetti Superyachts da çalışmalarım arasında.” Onca yıla kaç model, kaç gövde yat sığmış, hatırlaması mümkün olmuyor tabii. Sektöre nasıl atıldığını merak edip soruyorum. Söze en başından başlıyoruz.
“Yat tasarımı benim kanımda var ve ben ne yaparsam yapayım bundan kaçamadım. Babam Pierlugi, hayatı süresince sayısız yata imzasını attı. Cantieri di Pisa’nın ünlü Akhir’i bunlardan biri. Annem de tıpkı onun gibi bir mimardı. İki büyükbabamdan biri mimar, diğeriyse ressamdı. Onları akşam yemeklerinde görme şansım olurdu sadece. Babamla okula ve günüme dair birkaç cümlelik sohbetler eder, günü tamamlardık. Çocukluğuma dair aklıma gelen en net hatıra, büyük bir masanın etrafında annem ve babamla oturmalarımız ve onlar çizimlerini gerçekleştirirken benim büyük bir sessizlikle onların kalem vuruşlarını izlememdir. Çok konuşmazlar, kendilerini kalemleriyle ifade ederlerdi. O kalemlerin beyaz bir kağıdın üzerinde geçişini izlemekti benim çocukluğum. Yazları vaktimiz olmadığı için yalnızca iki hafta sonu hep beraber denize açılırdık. Bir hafta sonu temmuz ayında, bir hafta sonu da eylülde olurdu. Benim yaşam kültürüm bu şekilde oluştu. 9 metrelik yelkenli teknemizle yarışlara katılarak büyüdüm.”
Hayatının ilk yıllarında denizle bu kadar haşır neşir olup, bir de anne ve babasını denizdeki işleri nedeniyle göremeyince Tommaso Spadolini, üniversite yıllarında yön değiştirmeye karar vermiş. “Denizin tam aksini, karayı seçtim ve üniversitenin jeoloji bölümüne yazıldım” diyor gülerek. Elbette bir yıl sürmüş, çünkü onun damarlarına deniz suyu karışmış bile. Bunu kayaları incelemeye başladığında daha çok anladığını söylüyor. Üniversitedeki ilk yılın ardından babasına “Çok üzgünüm, ama ben de yat tasarımcısı olmak istiyorum” demiş. Cantieri di Pisa’daki ilk işini ise babasıyla birlikte gerçekleştirmiş. Şimdi Spadolini’nin kendi çocukları da kariyerlerini mimarlık alanında geliştiriyorlar. “Aramızda dağlar kadar fark var” diyor Spadolini. “Cavalli için yaptığım teknenin fotoğrafını telefondan oğluma gönderdim ve bana ‘eh işte’ dedi. Ben hala yelkenlisiyle yarışlara katılmayı bir tutku edinen eski bir denizciyim.”
Hem küçük hem de büyük boylarda yatlar tasarladığı için merak edip soruyorum, megayatları tasarlamak mekan kazanımı açısından daha mı kolaydır? Spadolini’ye göre büyük boy yatlar hacimden ötürü alternatif tasarımlar ortaya koymayı kolaylaştırıyor. Diğer yandan, görece küçük tekneler heyecan verici oldukları kadar, biraz mücadele gerektirebiliyorlar da. Örneğin, Sirena Yachts’ın yeni modellerinden Sirena 58’in yerleşimindeki akılane çözümü anlatıyor.
“Klasik yat tasarımı” diyor Spadolini, “gelişmiş teknolojiden geri durmak anlamına gelmiyor. Aksine konforu artırmak, zarafeti güçlendirmek için geleceğin modern buluşlarından yararlanmak gerekiyor.” Elbette ki bir Floransalı olarak çizimlerine tarihi, gelenekselliği ve işlevi katıyor. Görüşmemiz sırasında denize ve deniz kültürüne ne kadar büyük bir saygı duyduğunun altını çiziyor. Spadolini, aslında ruhu yelkenci bir adam. Neden yelkenli tekne tasarlamadığını merak edip soruyorum. “İlk tasarımlarım arasında Luca Bassani’ye (Wally Yachts’ın kurucusu) yaptığım iki tekne de var. Sonrasında motoryat sektörüne odaklandım, çünkü bu alanda büyük bir ilgi artışı yaşandı ve hala yaşanıyor. Bazen bir yelkenli satışının karşısında 90 motoryat satışının gerçekleştiğini görüyorsunuz. Bu çok ciddi bir rakam.” Yine de, hayalinde günün birinde 14-15 metre boylarında, iç ve dış çizimlerini kendisinin yapacağı bir yelkenli yat tasarlamak olduğunu söylüyor.
Tommaso Spadolini, bir yatın ilk çizgilerini bazen bir kahve içerek bazen de bir toplantı esnasında hızlıca karalamayı seviyor. Şimdiye dek suya inişini seyrettiği tüm yatların ilk çizimleri hala odasında duruyor. “Başka türlüsünü öğrenmedim. Önce kağıt üzerinde detaylandırmayı ve sonra teknolojiye aktarıp tekne yerleşimi üzerinde farklı alternatifler denemeyi tercih ediyorum.”
Ünlü tasarımcının masasındaki güncel projelere baktığımızdaysa birbirinden farklı çizimlerle karşılaşıyoruz. Halihazırda refit çalışmaları da gerçekleştiren Spadoli’yi heyecanlandıran projeler arasında 70-80 metrelik bir megayat olduğunu belirtiyor. Çok detay vermemekle birlikte, bu yatın yaz aylarında haftalık 500 bin Euro charter ücreti ödemekten sıkılmış bir iş adamına ait ve SPA, yüzme alanı, dans pisti gibi eğlence ve sosyalleşme odaklı detayları içeren bir yat olduğunu anlatıyor. Tasarımcının bir diğer çalışmasıysa sektöre henüz giriş yapacak olan Italian Vessels’a ait. Buluşmamız esnasında ben bu çok yeni modelleri ve yerleşime getirilen dahiyane çözümleri görme ve bizzat tasarımcının kendisinden dinleme şansı buluyorum, fakat gizlilik nedeniyle size ancak bu kadarını söyleyebiliyorum. Detaylar açıklandığında ben rahatlıkla dile getirebileceğim ve sizler de Boat International Türkiye sayfalarında okuyabileceksiniz.
Spadolini’nin zamansız klasik tanımının yerinde olduğuna ikna olmuş bir şekilde eskiden kilise, günümüzde ofis olan binadan ayrılıyorum. En sade anlatımı sürdüren klasik çizgiler, hiç durmadan devam edecek, muhakkak. Floransa gibi… Bu şehirde insan tasarımcı olmaz da, ne olur.
Comments are closed