“İstanbul Balıkçıları”, arka planına şehrin muhteşem güzelliklerini alırken, izleyiciyi bir avuç insanın çetin mücadelesine ortak ediyor. Fotoğraf sanatçısı Hasan Cem Araptarlı’nın beş yılda tamamladığı çekimler, büyülerken hüzünlendirip, derin sorgulamalara itiyor. Sergi, 3-18 Aralık tarihlerinde Bomontiada’da…
YAZI BEGÜM NALBANTLI
“Denizin altını üstüne getirse, bütün balıklar onun olsa da balıkçının kalbi hep oltanın ucunda atar. İstediği kadar durgun suları yara yara ilerlesin; duyguları hep dalgalıdır balıkçının; endişe, sabır, sevinç, telaş kovalara dolar boşalır… Şehrin uğultusu suya düşer, balıkçının koca dünyada bir başınalığı başlar.” İstanbul Balıkçıları sergisi, insanın kalbine yumruk gibi inen bu dokunaklı sözlerle açılıyor. Öyle ki fotoğrafları görmeden bile içimizden parçalar koparıp, Boğaz’ın akıntılarında hayatlarını kazanmak için cebelleşen teknelerin yanı başına savuruveriyor. Fotoğraf sanatçısı Hasan Cem Araptarlı bizi daha önce de insan hikayeleriyle buluşturdu. Onun kamerasıyla, Hindistan Çingeneleri’nin peşinde yollara düştük, “Water World” kitabıyla ölümsüzleştirdiği, Myanmar, Kamboçya, Malezya’daki toplulukların su üstündeki yaşamlarının yakın tanığı olduk. Üstelik bu sergileriyle, dünyanın önde gelen fotoğraf yarışmalarından ödüller kazandı. Beş yıl boyunca ufak bir teknede, gün doğmadan Balat, Salacak, Sarıyer, Beykoz’dandenize açılarak fotoğrafladığı İstanbul Balıkçılarıysa daha şimdiden Muse Photography Awards’ta, belgesel kategorisinde ‘Silver Winner’, European Photography Awards 2022’de, People-Culture kategorisinde,’Gold Winner’ ödüllerinin sahibi oldu.
Küratörlüğünü fotoğraf sanatçısı Ali Kabaş’ın yaptığı İstanbul Balıkçıları’nın metinlerini,
yazar Figen Şakacı kaleme aldı
Araptarlı’ya, Boğaz’ın zorlu sularında hangi duygularla yol aldığını sorunca “İstanbul balıkçıları bir sembol aslında” diyor ve şahit olduğu mücadeleye vurgu yapıyor: “Boğaz’ın uluslararası deniz trafiğinin ortasında, kendilerine yer bularak, gündelik ekmek parasını çıkarmaya çalışan bir avuç insan. Her geçen gün daha da vahşileşen dünya sisteminin çarkları arasında, ezilmeden hayatta kalmaya çalışan sıradan insanın hayatı. Sen birkaç yüz liralık kazancının peşindeyken, hemen 50 metre açığından, üzerinde yüz milyonlarca avroluk konteynerler bulunan Rus tankeri geçiyor. Onun dalgasıyla savrulan fındık kabuğu kadar teknende, ayakta durmak için dakikalarca mücadele veriyorsun.”
Çekimleri gerçekleştirdiği zaman boyunca, Boğaz’ın kurallarıyla ilgili birçok şey öğrenmiş Araptarlı. Zaten kendisini de en çok heyecanlandıranın bu olduğunu söylüyor. Çekerken bir şeyler öğrenebileceği hikayeler.
“Boğaz’a belki her gün uzaktan bakıyoruz ama suyun içindeki hayatın bambaşka bir öyküsü ve kuralları olduğunu çoğumuz bilmiyoruz. Birçok balıkçı arkadaşım da oldu. Şimdi denize çıksak, çoğu balıkçı tanıyor beni orada. ‘Çekiyorsun, çekiyorsun bir şey olduğu yok’ diye takılırlardı bana. Boğaz’ın son 40-50 yılını onlardan dinledim. Birçoğunun kişisel hikayelerine konuk oldum. Çok öğretici bir süreçti benim için.”
Bu sularda 40 yılını geçirmiş, emektar bir balıkçının oğlunun, psikolojik sıkıntılar nedeniyle kendini Galata Köprüsü’nden atması ve çocuğu balıkçıların kurtarmasıysa çekimler sırasında dinlediği hikayeler arasında unutamayacağı, sarsıcı bir olay olarak yerleşmiş hafızasına.
Çekimler boyunca gün doğmadan Balat, Salacak, Sarıyer, Beykoz’dan Boğaz’a açılan balıkçıların peşine takılan sanatçı, güzel bir diyalog yakaladıklarının teknelerine de konuk olmuş
Peki sanatçının “Arka planına İstanbul’un güzelliklerini koydum, iyi bir iş çıktığını düşünüyorum” dediği sergiye konu olan balıkçıların dertleri neler? Hele ki kural dışı avlanma ve çevresel koşullar, balık neslinin tükenmesine işaret ederken. “Herkesin derdi balığın bitmesi!” diyor ve şu hikayeyi paylaşıyor: “Benim çekim yaptığım teknenin kaptanı Selim 40 yaşlarında. Göksu Deresi çocuğu. Eskiden misafirleri geleceği zaman, dedesi ‘Dört palamut, üç lüfer, bir kilo da istavrit alın gelin’ dermiş bunlara, marketten sipariş verir gibi. İki üç çocuk çıkıp, birkaç saatte hepsini tutar gelirlermiş ve misafir ağırlanırmış. Şimdi nerede!”
Her şeye rağmen iyimser olmak istesek de mevcut koşullar, serpilmeye hazır umutlarımızı inatla yarı yolda bırakıyor. Araptarlı da hemfikir: “Ne yazık ki yakın bir gelecekte, bu balıkçı tekneleri artık olmayacaklar gibi duruyor. Her geçen gün yoğunluğu artan uluslararası deniz trafiği, kuralsız avlanma, kirlilik, iklim şartları bu işin sonunu getirecek. Minik oğlum büyüdüğünde, İstanbul’un bu halini fotoğraflardan görüp şaşıracak, ne acı!”
Hasan Cem Araptarlı
Comments are closed