Uzun yıllar önce, bir kadın gazetecinin keşfiyle sosyetenin kalbine ok gibi saplandı. Zamanla, yalnızca kayak tutkunlarının değil, ışıltılı sosyal hayatıyla sinema yıldızlarının da arka bahçesine dönüştü. Hatta o kadar ki Fransız yönetmen Jean Cocteau, burayı Paris’in 21. Bölgesi ismiyle andı. Megève, bugün hala aynı görkemiyle dimdik ayakta. Gösterişli suretinin ardındaki abartısız duruşuyla, yaz-kış kendine hayran bırakıyor
Cenevre’den arabaya binelim. Başı dumanlı karlı dağların arasından ‘Beyaz otobanda’ (Auto Route Blanche) ilerleyelim. Mavi gök kubbenin altındaki Alpler’in yarıklarından kendine ince yollar bulmuş minik şelalelerin huzurlu seyrine dalalım. Sınır kapısını geçtiğimizi bile anlamadan İsviçre’den Fransa’ya gelelim. İster istemez ‘keşke tüm sınırlar böyle olsa’ diye iç geçirelim. Bir saatlik yolculuğun en sonunda yavaş bir tırmanışla, sislerin içinden viraj viraj ışıltılı bir aleme varalım. Karşımızda Megève. Duble gruyer kremi içine düşmüş çikolata parçacıkları gibi Mont Blanc bölgesinin beyaz eteklerine sere serpe dizilmiş irili ufaklı ahşap şaleleriyle, tıngır mıngır -ama maşallah besili atlı- faytonlarıyla, meydanındaki göğü yaran devasa çam ağacının göz kamaştıran ışıklarıyla, büyülü köyümüze hoş geldiniz. (Ev sahibi gibi davranmama izin verin zira İzmir’e Çeşme neyse, Cenevre’ye de Megève odur.
Çoluk çocuk maaile gidilen, adım başı tanıdıklarla karşılaşılan ikinci evdir. Bizim köydür.) Işıltılı ağaçlarla dekore edilmiş caddeleri geçip merkezde arabamızı park edelim. Eskisine göre çok daha fazla trafik olmasından dolayı “hava burada bile kirleniyor” diye biraz söylenelim. Sonra Hans Christen Anderson hikayelerine yakışır sokaklarda kaybolalım. Sıcak şarabın tarçınlı kokusuna bürünmüş taş yolun iki yakasına sıralı iki, üç katlı, rustik-modern restoranların, otellerin, şık butiklerin arasından geçelim. Ünlü Laduree’de duralım. Frambuazlı, vanilyalı makaronlardan seçelim, fıstık yeşili bir kutuya, iki karat Tiffany mücevheri gibi itinayla yerleştirilişlerini seyredelim. Makarondan mı yoksa kutu yüzünden mi emin olamadan, 15 Euro hafiflediğimizi sorgulayarak, yola devam edelim. Her sene aralık ayında seremoniyle aydınlatılan dev çam ağacının, kilisenin ve belediyenin hakim olduğu meydana varalım. Bir fotoğraflık arada, tüm bu ışık ve insan cümbüşünün içinde, gözü rahatsız eden bir tabela ya da bina olmamasının keyfini çıkaralım. Belki eve dönünce, faytonun yola bıraktıklarının ayakkabımızdaki izlerini silerken, unutabiliriz diye şimdilik bu anın neşesine varalım.
Son derece şık ama bir o kadar da abartısız olan Megève, özellikle son yıllarda yaptığı atakla, eğlence konusunda
St. Tropez ile yarışıyor
Şehirciliğin, belediyeciliğin hakkını veren Fransızlara, biz de bu konuda haklarını teslim edelim. Megève’in, Courchavel, Flaine, Avoria gibi sadece turizm amacıyla inşa edilmiş bir kasaba olmadığını hatırlayalım. Megève’in organik şekilde gelişmesinin onun güzelliğinin sırrı olduğunu da not düşelim. Organik gelişme nasıl oluyor diyenler için gezimize ara verip tarihini özetleyelim. Evvel zaman içinde bereketli toprakları, nefes kesen manzarası, mutlu mesut çiftçileriyle kelt ismi Megeva (su üstündeki köy) olan bir köy vardır. 19. yüzyılda tarla süren çiftçilerin torunlarının, 21. yüzyılın zengin mülk sahiplerine dönüşmesinin ardındaysa tarih yazan bir kadın yatar: Mathilde Maige Lefournier. Mathilde dağcılık yapmak için geldiği Megève’e ilk nefeste aşık olur. Aynı zamanda bir gazetecidir. Kasım 1913’te “La Montaigne” dergisine ‘Megève: Kayağın tapınağı’ isimli bir makale yazar. ‘Kayak Megève, Megève de kayak için yaratılmış” der.
Mont d’Arbois ve Rochebrune bölgesinin karını anlata anlata bitiremez. İşte o günden sonra bizim mütevazı Megève, sosyetenin kayak uğraklarından biri olmaya doğru evrilir. Evvela Rothschild ailesi gelir, ardından kayak turizmi. Ahali bu işte kazanç olduğunu görünce Rochebrune bölgesine yatırım yapar. Tarladan kayağa, devir değişir. 1923’te Megève Kayak Kulübü kurulur ve henüz teleferik bile yokken kayak yapmaya başlanır. Fransa’nın ilk teleferiği ‘kırmızı kabin’ 1933’te açılır. 1937’de kayakta üç dünya rekorunu birden eve getiren Emile Allais sayesinde Megève’in önüne yeni fırsatlar çıkar. Allais, bugün dünyanın en büyük kayak okulu olan ESF’yi (Ecole du ski français) kurar. “Aallard fuseau” kayak pantolonlarının icadını da araya sıkıştırır.
Böylesine avangart bir öz geçmişi olan Megève, ilerleyen senelerde de önüne çıkan her değişime, otantikliğini kaybetmeden ayak uydurur. Örneğin iklim değişikliğinin Alpler’deki kayak turizmine getirmekte olduğu tehlikeyi vaktinde fark edip, sürdürülebilir olmayı kafaya ta 1950’lerde koyar. Sadece kış aylarına hapsolan bir turizm modelinden çıkıp, dört mevsim turist çeken bir eğlence ve spor merkezine dönüşür. Bahar ve yaz ayları trekking, hiking ya da golf için gelen turistlerle dolup taşar. 1969’da Alpler’in en büyük kapalı spor tesisi olan Le Palais (saray) kurulur. Tenis kortları, yüzme havuzları, kapalı buz pateni sahası, tırmanma duvarları, çocuk kulübü, spa… Özetle bu sarayda yok yok, hatta karbon salınımı bile yok!
Le Palais’nın çevreciliğiyle meşhur Megève’e uygun olarak yenilenebilir enerjiyle çalıştığını da altını çizerek belirtelim. Tüm günü dışarı adım atmadan sürdürülebilir bir mekanda keyifle geçirebilirsiniz. Megève, son iki yüzyıldır spordan gastronomiye, kültürel ve sosyal hayata kadar kendini durmadan geliştirdi. Hatta pandemide turistsiz geçen son iki yılı arı gibi çalışarak değerlendirip, birçok yeni otel ve restoran yatırımıyla turizm kapasitesini de arttırdı. Euronews’e göre, bugün Avrupa’nın en iyi beş kayak kasabasından biri olarak eskisinden de güçlü.
LEZZET VE EĞLENCE TURU
Ana yoldaki Hôtel Ceur de Megève’de (Megève’in kalbi) bir kahvelik soluklanalım. Acıktıysanız, ilk kez üç sene önce açılan, pandemiden zincir restoran olarak çıkan Hibou Blanc’a gidelim. Önce kestaneli çorba, ardından istiridye ve dumpling yiyelim. Ama ben merkezdekine kıyasla manzarasından ötürü, Caboche kayak pistinde yeni açılan Hibou’yu tercih ederim. Alışveriş ya da sanat galerileri gezmek istiyorsanız, seçenek bol. Dilerseniz bu döviz kurunda alışverişi bırakın, yerli malından ve yerli sanatçıdan şaşmayın.
Yedik, içtik, gezdik gördük kısmına yoğunlaşın. Hôtel du Soleil d’Or’un pastanesinde, şömine ateşinin önünde, kartpostaldan fırlamış bir dekor içinde, tartine au chocolat’nın en leziziyle kendinizi ödüllendirin. Aradığınız gece hayatıysa doğru yerdesiniz. Megève özellikle son yıllarda yaptığı atakla eğlence konusunda St. Tropez ile yarışıyor. Ama ne Gstaad gibi geceleri tuvalet giydirecek kadar lükse sahip, ne de Courchavel gibi havası turistine göre haftalık değişiyor. Yani kendisi son derece şık ama bir o kadar da abartısız. Belki de bu yüzden Cenevreliler bu sene seçenek artışından ötürü bir yandan mutlu, bir yandan da tepkili. Samimi, aile restoranlarının tek tek kapanıp, yerlerine şaşaalı mekanların gelmesinden dolayı tedirginler: “Ah nerede bizim eski Megève?” yakınmaları boşa değil.
Siz gene de Megève’e gelip yeni açılan yerleri denemeden dönmeyin: Le Ferme Saint-Amour, Le Piaf, Cha Cha, Cave… Le Piaf, ambiyansı ve müzikleriyle Parizyen ama Paris’teki Le Piaf’dan daha iyi bir mekan olmuş. Yemekte tek seans olması nedeniyle benim tercihim. Le Ferme Saint-Amour’un 22.00 seansı müthiş. Tabii o saatte yemek yiyebilenler ve eller havaya masa üstünde dans etmeyi sevenler için. İtalyan yemekleri isterseniz Bambini’yi deneyin. Gerçek bir lezzet düşkünüyseniz o zaman sizi üç Michelin yıldızlı Flacon du Sel’e davet edeyim.
Siz bütçenizi söyleyin, ben de size nereye gideceğinizi. Pistlerde yemek molası içinse önerim, Super Megève. Özellikle güneşli bir günde yer bulursanız kaçırmayın. Dışardaki devasa barbeküde et çevireninden garsonuna, kardeş-kuzen bir arada çalışan bu aile işletmesinde ben kendimi hep evimde gibi hissederim. Ideal ve Alpette’i de denemenizi öneririm. Kayarken bile dans etmek isteyenlerse Follie Douce’u atlamasın. Kayak pistinde ya da dışında, tercihiniz ne olursa olsun, manzaranızın güzel olacağını garanti ederim. Diyeceğim o ki, Courchavel, St. Moritz, Zermat, seviyesinde kayak keyfi sunmasa da Megève, görselliğiyle açığını kapatıyor. Adrenalin yaşamak peşindeyseniz bir öneri daha: Her hafta sonu ESF’in düzenlediği slalom yarışlarını izleyebilir hatta katılabilirsiniz. 7’den 70’e herkese açık olan yarışlara, kızlarımın yanında ben bile katılma cesareti göstermiştim.
Megève’in yalnızca kış aylarına hapsolan bir turizm modeli yok.
Burası dört mevsim turist çeken bir eğlence ve spor merkezi
Pandemi boyunca alt yapısı iyileştirilen Mont d’Arbois’dan çıkıp, Epaule’e (Omuz Dağı) gidin. Mont Blanc’ın kollarının arasında, 360 derece önlü arkalı sıralanmış dağlarla çevrili bu pistten kendinizi hıza teslim edin. Hava güneşli, rüzgarın soluğundan başka ses yok ve tatildesiniz. Cenevre havaalanına 75 dakikalık mesafede, dört mevsim güzel, aksiyonu bol, sürdürülebilir, ışıl ışıl, oteli-restoranı sebil, tarihi zengin ve tek bir kadının vizyonu sayesinde dünya sahnesine çıkmış Megève’desiniz. Daha ne olsun.
Megève, Courchavel, St. Moritz, Zermat seviyesinde kayak keyfi sunmasa da görselliğiyle açığını kapatmayı başarıyor
Yazı Aslıhan Dağıstanlı Aysev
Comments are closed