Sizin için Uludağ yalnızca snowboard ve kayaktan ibaretse bir kez daha düşünün. Zira dağcılığa ilgili duyuyorsanız, DATO ekibinin verdiği kış tırmanış antrenmanının ilk ayağı, dağda hayatta kalma teknikleri, müthiş deneyimler yaşatacak, sınırlarınızı zorlayacak, kendinizi yeniden keşfetmenizi sağlayacak. Hazırsanız başlayalım. Kar, tipi, sis, soğuk, uykusuzluk… Hepsi bildiği gibi gelsin.
Yazı BEGÜM NALBANTLI
Her şey bir sohbet sırasında, tırmanışlara katılan arkadaşımın kendisini bu işe nasıl kaptırdığını anlatmasıyla başladı. Kafayı dağlara takalı birkaç sene olmuştu. Ancak o, bu duyguyu keşfetmekte geç kaldığını düşünüyor ve “Çok daha önce girmeliydi hayatıma. Müthiş bir his” diyordu. Sesindeki pişmanlığı yakalamak pek de zor değildi açıkçası. O ana kadar bu konuda pek kafa yormamış olmama rağmen anlattıkları karşısında, birden fazlasıyla heyecanlandığımı fark ettim. Ardı ardına sorular sormaya başladım. DATO (Dağcılık ve tırmanış okulu) ekibiyle yaptıkları tırmanışlardan, nasıl şahane bir ekip olduklarından bahsettikçe merakım iyice arttı. O geceki muhabbet oldukça ilgimi çekse de, sonrasında araya gündelik hayatın bildik telaşları girince, itiraf edeyim, konuşulanlar da yavaş yavaş silindi aklımdan. Ta ki birkaç gün sonra, aynı arkadaşımla bambaşka bir iş için yaptığımız telefon konuşması sırasında şu cümleleri işitene kadar.
“Hafta sonu DATO ekibiyle Uludağ’a gidiyoruz. Tüm gece dağda hayatta kalma teknikleri üzerine eğitim verilecek, sonra da çadırda kalınacak. Senin de çok ilgini çekmişti. Denemek ister misin?”
Kısa bir sessizlik…
“Bilmem ki. Yapabilir miyim? Tüm gece. Kar, soğuk, uykusuzluk… Hiç böyle bir şey yapmadım. Bırak kar kışı, baharda bile çadırda gecelemedim ben.”
“Hmmm. Düşün istersen. Fiziksel olarak dayanabilirim diyorsan gerçekten inanılmaz bir his çünkü. Göreceksin.”
Telefonu kapatır kapatmaz tahmin edersiniz ki kafamda deli sorular dönmeye başladı. Virüs kanıma girmişti artık. Bir yanda bilinmezliğin getirdiği korku, diğer yanda ölesiye merak ve macera dürtüsü. Olur mu olmaz mı, yapabilir miyim yapamaz mıyım derken, saatler sonra aradım ve “Tamam” dedim. “Geliyorum. Sen bana nasıl giyinmem, yanıma neler almam gerektiğini söyle.”
Her şeyi hızlıca halletmeye, eksikleri gidermeye çalıştım. Offf, parça parça ne de çok şey varmış. İçlikler, termal çoraplar, balaklava, boyunluk… Bir yandan da içimi kemiren o endişe! Ya çok üşürsem, ya donarsam, ya bunlar yetmezse… Yedek çoraplarla doldurdum çantayı. Hatta beni çok sıcak tutan koca bir atkı da aldım yanıma. Ne kadar yanlış yapmışım oysaki. Sonrasında bana epeyce takıldılar bu yüzden. “Dağda atkının ne işi var, çıldırdın mı, sırılsıklam olursun” diye. Utanarak çantaya tıkıştırdım sevgili atkımı, vedalaştık.
Ve evet… Ne diyordum? Buluşma günü geldi çattı. İstikamet Bursa. Zira DATO, Bursa merkezli bir organizasyon. Ekibin geri kalanıyla Bursa’da buluştuk. Pek tabii uzun yıllar DATO’nun başkanlığını yapmış, Türkiye’nin spor adamlığı ve dağcılık konusunda en yetkin isimlerinden biri olan Ahmet Köse’yle de. Ahmet Hoca beni görür görmez endişelerimi gidermek için iyi bir motivasyon konuşması yaptı. Rahatsızlık duyarsam, herhangi bir terslik hissedersem hemen ona bildirmemi ve durumu anında çözeceklerini söyledi. Bunları duymak yetti zaten.
Sonrasında başladık bizi Uludağ’a çıkartacak olan araçlara doluşmaya. Ancak o da ne? Dağcıların çantaları dağlar gibi! Hepsi tepeleme içeriye yığıldı. Kimse kimseyi görmüyor. Ben, böyle mi gidiliyor diye bir şeyler geveledim ama herkes rahat. Anladım ki işin raconu bu! Köşeme çekildim ve yolculuğun keyfini çıkardım.
Uludağ’a vardığımızda son hazırlıklar yapıldı. Kamp alanına doğru yürüyüşe geçmeden önce, aniden bizim ekipten olmayan biri belirdi yanımda. Hayranlık dolu bakışlarla “Dağcı mısınız?” diye sordu. Ne kadar havalı bir şeye kalkıştığımı galiba o an fark ettim. Hay Allah ne desem ki? Hayır deyip de adamın hayallerini yıkmayayım bari. Sonuçta bugünlük dağcıyım! “Ekiptenim” diyerek yuvarlak bir cevap verdim, sonra da hızlıca sıvıştım.
Her şey tamam. Telesiyeje atladık ve kamp alanına doğru yürüyüşe başladık. Nasıl mutluyum anlatamam. Ellerimde batonlar (doğru kullanmayı beceremesem de) dünyadan koptum gittim. Aniden sis indi. Ve tipi. Olsun. Başka alemdeyim artık. Umurumda değil. Yukarı doğru çıktıkça telefon da çekmiyor. Oh ne güzel. Hoşça kal medeniyet. Çadırları kuracağımız alana yani Fatintepe’ye varınca tipi daha da bastırdı. Ancak sağlam dağcılarla birlikteyim. Ahmet Hoca’nın yanı sıra yılların tecrübeli dağcısı Koray Sır ve Hasan Gökdemir. Zerre kadar endişe yok içimde. Çadırlar için diğerlerine yardım etmeye koyuldum. Ne olsa yapıyorum. Yeter ki işe yarayayım. Zaten boş boş dikilmeye imkan yok. Bolca hareket lazım aksi takdirde deli gibi üşümeye başlıyorsunuz. Ancak terlememeniz de gerekiyor çünkü çok terlemek ilerleyen saatlerde daha çok üşümeye sebep oluyor ki, bu istenen bir durum değil. O yüzden içinize giydiklerinizin termal olması çok önemli.
Çadırları kurduktan sonra, gece programı ve teorik bilgiler için yakınlardaki küçük kafede aldık soluğu. Ahmet Hoca detaylıca anlattı her şeyi. Verdiği bilgiler yalnızca dağcılar için değil sıradan kayakçılar için bile hayati önemde. Eğitimin çerçevesi, gece boyu dört farklı teknik uygulamasıydı. Ağaç kovuğu, kaya oyuğu, kar siperi ve kar mağarası. Müthiş bilgiler…
Ne işe yarayacak derseniz şöyle anlatayım; ola ki karda mahsur kaldınız, kayarken yolunuzu kaybettiniz, işte bu teknikler sayesinde acil durum barınakları yapmayı öğrenerek, hayatta kalma şansınızı önemli ölçüde artırıyorsunuz. Karanlıkta hava sertleştiği ve şartlar zorlaştığı için de eğitim gece yapılıyor. Saat gece yarısına yaklaşırken ekip yeniden dağa dönmeye hazırdı artık. Bolca kahve, çay ve enerji veren tatlılar yendi. Hafiften uyuklayan ben, biraz tedirgin olsam da “asla vazgeçmek yok” dedim kendi kendime.
Yarısı kadın olan 20 kişilik ekip üçe bölündük. Bizim liderimiz Koray Hoca. Kafa lambalarımızı takıp, birbirimizden ayrılmadan gece yürüyüşüne koyulduk. İnanılmaz manzaralar… Karanlık, boşluk, çam ağaçları… Alabildiğine sessizlik… Hayat böyle mucizevi görüntülere tanıklık etme şansını bir daha verir mi bana? Bilmem. Umarım…
Başlarda hava yumuşacıktı. Neredeyse üzerimdeki montu çıkarıp atacaktım, düşünün. Dizime kadar karlara bata çıka tırmandıktan sonra ilk tekniği uygulamak için uygun alanı bulmak üzere çalışmalar başladı. Diyelim ki karda, ağaçlık alanda kayboldunuz. İlk iş kuytuda bir ağacın gövdesini gözünüze kestirmek ve rüzgarın estiği yönü bulup ona göre etrafınızı kar duvarıyla çevirmek. Kaç kişiyseniz o büyüklükte, içine sığacağınız kadar yapmalısınız. Aynı uygulama kayalık alan için de geçerli. Düz arazideyse yumuşak karda kar çukuru kazarak kar siperi yapıyorsunuz. Bu teknikler sizi, kurtarma ekipleri gelene kadar rüzgar ve tipiden koruyor. Saat sabah 05.00’e doğru, son ve en meşakkatli uygulamaya geldi sıra: Kar mağarası. Artık kendimi iyiden iyiye bir macera filminin içinde hissettiğimi söyleyebilirim. Yedi kişinin sığacağı mağarayı yapmak için karı oymak tabii ki hiç kolay olmadı. Ancak bittiğinde içine girip oturmak inanılmazdı. İçeride sıcaklık sıfır dereceden yukarıda. Çay, kahve, sohbet… Bu noktada aklınıza takıldığına eminim. Peki ya tuvalet ihtiyacı? İşte o bölüm başta beni de epey zorladı. Hiç tanımadığım insanların içinde, ne yapacağım, nasıl söyleyeceğim? Büyük sıkıntı. Ancak öyle bir an geliyor ki utanmak falan kalmıyor. Uygun noktayı gözünüze kestirip sorunu çözüyorsunuz. Hiç suratınızı buruşturmayın. Mecburen!
Tüm uygulamaları başarıyla atlattıktan sonra sabah altı civarında kampa döndük. Artık cidden yorgundum. Üç kadın, sıkış tepiş sığıştık çadırın içine. -40 dereceye kadar dayanıklı, şahane bir uyku tulumunun içine girsem de hiç uyuyamadım. Ancak sırt üstü uzanmak bile tüm uzuvlarıma derin bir oh çektirdi. Hafifledim. Hayatımın en keyifli anlarındandı dersem abartmış olmam. Dışarıda çılgınca esen rüzgarın sesi hala kulaklarımda…
Ertesi sabah 08.00’de Ahmet Hoca’nın “Haydi herkes kalksın” bağırışlarıyla uyandık ve Koray Hoca’nın uygulamalı olarak göstereceği buz tırmanışı için yollara düştük yine. Önceki güne göre daha güçsüzdüm, hatta nasıl desem, kendimi bir günlüğüne askere gitmiş gibi hissediyordum. Yürüyüş sırasında ekipten birisi hafifçe yaklaşıp “Siz de bizim gibi biraz kaçıksınız bence” dedi. Bilmem. Olabilir miydi? Şu tecrübesiz halimle boyumdan büyük işlere kalkışmıştım iki gündür. Onca yorgunluğu, merak için, heyecan için göze almış, sızlanmadan, hiç fire vermeden üstesinden de gelmiştim. Ben bile hayret etmiştim gösterdiğim dirence. Düşündüm… Ben şu kadarcık şeyde bu derece mutluluk bulduysam, ölümü hiçe sayıp devasa dağları aşanlar kim bilir neler hissediyordur? Değer mi zirve için göze aldıkları bunca tehlikeye? Üstelik ucunda hiçbir kupa ya da ödül olmadığı halde. Bu soruya belki ben değil de, kısa süre önce izlediğim “Mountain” belgeselindeki şu çarpıcı tespit yanıt verebilir: “Dağlar ölümümüzün ya da sevgimizin peşinde değildir. Bizden hiçbir şey istemezler. Ancak kendimize bakış açımızı ve ruhumuzu değiştirir, kibrimize meydan okur, merakımızı giderirler. Onların yabaniliğine ihtiyacımız var. Ve yüksek zirvelere tırmanmak bir eşiği aşmaktır. Zamanın eğilip büküldüğü, hislerin nefes kesici olduğu mekanlardır onlar…”
MERAKLISI İÇİN KISACA
Dağcılıkta iki stil var. Ekspedisyon (Himalayan) stili ve Alpin stili. Ekspedisyon stili ağırlıklı olarak atletik alt yapısı olmayan ancak güçlü, doğayı seven kişiler için uygun. Alpin stiliyse jimnastik alt yapısı olanlar için. Ben hangisiyim derseniz bu, DATO’nun verdiği eğitimler sürecinde ortaya çıkıyor. Beş haftalık eğitimin sonunda, yazılı sınavın yanı sıra emniyet malzemeleriyle tırmanış yapmanız gereken uygulama sınavına da giriyorsunuz. Başarılı olanlar anı sertifikası almaya hak kazanıyor.
DATO NEDİR?
Açık adı Dağcılık ve Tırmanış Okulu. Temelleri çok daha eskiye dayansa da, resmi olarak 2002’de, ülkemizin en yetkin dağcılarından Ahmet Köse tarafından kuruldu. O dönem Bursa Valiliği bünyesinde Gençlik Spor İl Müdürlüğü’nde, spor eğitim merkezindeki dağcılık kurslarını yürüten grubun adıymış. Bugünkü şeklini alana kadar pek çok farklı kademeden geçen okulun sloganıysa çok anlamlı: “Dağcılık adına dünyada ne varsa, Bursa’da da o olacak. Bursalı gençler bu sporu aynı şekilde öğrenip, yapacak.” Bugüne kadar yaklaşık 1.800 mezun vermiş. Biri de siz olmak isterseniz, okulun senede 20 hafta sonu yaz, beş hafta sonu da kış olmak üzere düzenlediği etkinliklere katılabilirsiniz. Şu anda başkanlığını dağcı Koray Sır’ın yürüttüğü DATO, gönüllülük esasına dayalı olduğu için etkinlikler ücretsiz. Ekipman açısından eksiklerinizi de gideriyorlar. Tek amaçları bu sporu geliştirmek ve gerçekten gönül verenleri bir araya getirmek.
Comments are closed